Dinle sana bir nasihat edeyim
Hatırdan gönülden geçici olma Yiğidin başına bir iş gelince Onu yad ellere açıcı olma Mecliste arif ol kelamı dinle El iki söylerse sen birin söyle Elinden geldikçe sen eylik eyle Hatıra dokunup yıkıcı olma Dokunur hatıra kendisin bilmez Asilzadelerden hiç kemlik olmaz Sen iylik etde ozayi olmaz Darılıpta başa kakıcı olma El arifdir yoklar senin bendini Dağıtırlar tuzağını fendini Alçaklarda otur gözet kendini Katı yükseklerden uçucuolma Muradım nasihat bunda söylemek Size layık olan onu dinlemek Sev seni seveni zay etme emek Sevenin sözünden geçici olma Karacaoğlan söyler sözün başarır Aşkın deryasını boydan aşırır Seni bir mecliste hacil düşürür Kötülere konup göçücü olma |
Karacaoğlan
|
30 Nisan 2016 Cumartesi
Nasihat
25 Nisan 2016 Pazartesi
Sahibini Arayan Mektuplar
Soruyorum, susuyorsun. Ben sükutun bu kadar anlamlı olduğunu bilmezdim.
Bütün sorularımın cevabını bir bakışla veriyorsun, kah bir gülüşle.
Zaman zaman gözlerinin içinde eriyip kaybolduğumu hissediyorum.
Yanımda olmadığın günler, geleceğin güne hazırlıyor beni. Yokluğuna böyle dayanabiliyorum. Karanlıklar içinde her dakika gözlerinin aydınlık bakışlarıyla doluyor içim. Aradığım her şey orada. Cevapsız kalmış bütün soruları gün ışığına çıkarıyor gözlerin. Bekliyorum, geliyorsun. işte diyorum yaşamak bu. Sevmek, seni sevmekten başka bir şey değil. Hiç kimseyi bu kadar özlemle beklemedim. Bu kadar inanmadım hiç kimsenin geleceğine. Onun için bir gün gelmeyeceğinin korkusu kahrediyor beni.
Geleceğin mutlu ana yaklaşan her dakika yaşamaktan güzel, geçen her dakika ölümden acı...Fakat gelişin her şeyi unutturuyor. Sıkıntılı öğle sonları günün en yaşamaya değer saatleri oluyor sen gelince. Kızgın bir güneş altında karlı dağ yamaçlarının serinliğini getiriyor ellerin. istiyorum veriyorsun. Verdiklerin bir bakıma iflası oluyor saadet anlayışımın. Böylesine büyük hazların hayal bile edilemediği bir dünya üzerinde özlenecek başka saadetin kalmadığını düşünüyorum. O zaman her şey siliniyor gözlerimden. Sensiz bir yarının değersizliğini, çekilmezliğini daha iyi anlıyorum. Huzur seninle kayboluyor, bütün sevinçler seninle gidiyor, sensiz bir kanlı gömlek gibi giyiyorum üzerime yaşamayı.
Çaresizlik hiç bir zaman sen yanımda olduğun anlardaki kadar kötü ve merhametsiz olmuyor. Yine de her öpüşümde bana ilahlara has bir güç, bir büyük huzur veriyor dudakların. Ağlıyorum. Gidiyorsun. Ama sen gözyaşlarımı görmüyorsun ki!
Ayrıldığımız yerde başlıyor yıkıntım. Kalabalık bir caddede, vapur iskelesinde ya da bir kapı önünde; nerede olursa olsun ayrılığın bir tokat gibi iniyor yüzüme. Kocaman, sivri bıçaklar gibi delik deşik ediyor vücudumu. Her yer kan oluyor. Artık dayanamıyorum, artık dayanamıyorum. Ağlamak bile kar etmiyor. Ben bu acılara, ben bu sürekli ölümlere önceden razı oldum. Şikayete hakkım yok, biliyorum. isyan etmem faydasız. Kendi kaderinin çizdiği yolda yürüyor ayaklarım.
Yazıyorum, okuyorsun. Kimbilir ne dayanılmaz acılar içindesin sen de? Nasıl her yerini, orada bir sigara söndürülmüşcesine yakan özlemler içindesin. " Mümkün olsa hep yanında kalırdım" diyorsun. " Hiç senden ayrılmazdım, hep seninle olurdum" diyorsun. işte onun için sana hiç kızamıyorum ya! Bütün isyanım çaresizliklere, bu kahpe imkansızlıklara. bu mesafelere. bu zamana ve bu bizi çepeçevre kuşatan insanlara, onların pis kurallarına, beş para etmez inançlarına. O demir parmaklıklara, ağır kapılara, kalın zincirlere, o merhametsiz, çirkin gardiyanlara rağmen seni seviyorum. Anlatamıyorum
Yanımda olmadığın günler, geleceğin güne hazırlıyor beni. Yokluğuna böyle dayanabiliyorum. Karanlıklar içinde her dakika gözlerinin aydınlık bakışlarıyla doluyor içim. Aradığım her şey orada. Cevapsız kalmış bütün soruları gün ışığına çıkarıyor gözlerin. Bekliyorum, geliyorsun. işte diyorum yaşamak bu. Sevmek, seni sevmekten başka bir şey değil. Hiç kimseyi bu kadar özlemle beklemedim. Bu kadar inanmadım hiç kimsenin geleceğine. Onun için bir gün gelmeyeceğinin korkusu kahrediyor beni.
Geleceğin mutlu ana yaklaşan her dakika yaşamaktan güzel, geçen her dakika ölümden acı...Fakat gelişin her şeyi unutturuyor. Sıkıntılı öğle sonları günün en yaşamaya değer saatleri oluyor sen gelince. Kızgın bir güneş altında karlı dağ yamaçlarının serinliğini getiriyor ellerin. istiyorum veriyorsun. Verdiklerin bir bakıma iflası oluyor saadet anlayışımın. Böylesine büyük hazların hayal bile edilemediği bir dünya üzerinde özlenecek başka saadetin kalmadığını düşünüyorum. O zaman her şey siliniyor gözlerimden. Sensiz bir yarının değersizliğini, çekilmezliğini daha iyi anlıyorum. Huzur seninle kayboluyor, bütün sevinçler seninle gidiyor, sensiz bir kanlı gömlek gibi giyiyorum üzerime yaşamayı.
Çaresizlik hiç bir zaman sen yanımda olduğun anlardaki kadar kötü ve merhametsiz olmuyor. Yine de her öpüşümde bana ilahlara has bir güç, bir büyük huzur veriyor dudakların. Ağlıyorum. Gidiyorsun. Ama sen gözyaşlarımı görmüyorsun ki!
Ayrıldığımız yerde başlıyor yıkıntım. Kalabalık bir caddede, vapur iskelesinde ya da bir kapı önünde; nerede olursa olsun ayrılığın bir tokat gibi iniyor yüzüme. Kocaman, sivri bıçaklar gibi delik deşik ediyor vücudumu. Her yer kan oluyor. Artık dayanamıyorum, artık dayanamıyorum. Ağlamak bile kar etmiyor. Ben bu acılara, ben bu sürekli ölümlere önceden razı oldum. Şikayete hakkım yok, biliyorum. isyan etmem faydasız. Kendi kaderinin çizdiği yolda yürüyor ayaklarım.
Yazıyorum, okuyorsun. Kimbilir ne dayanılmaz acılar içindesin sen de? Nasıl her yerini, orada bir sigara söndürülmüşcesine yakan özlemler içindesin. " Mümkün olsa hep yanında kalırdım" diyorsun. " Hiç senden ayrılmazdım, hep seninle olurdum" diyorsun. işte onun için sana hiç kızamıyorum ya! Bütün isyanım çaresizliklere, bu kahpe imkansızlıklara. bu mesafelere. bu zamana ve bu bizi çepeçevre kuşatan insanlara, onların pis kurallarına, beş para etmez inançlarına. O demir parmaklıklara, ağır kapılara, kalın zincirlere, o merhametsiz, çirkin gardiyanlara rağmen seni seviyorum. Anlatamıyorum
Mevlana dan Şems e
Seni ne huzuru arayanlara,ne huzuru bulanlara, ne de huzurdan kaçanlara
sordum.güneşin sıcaklığını en iyi kim anlatabilir? sıcaktan düşüp
bayılan mı? hayır, onun aşkı zayıftır.güneşe yolculuk yapan mı?o da
değil gitse gitse nereye kadar gidebilir ki? gölgeye sığınanlara ise
güneşi hiç sormamalı.aşk mabedim...efendim......söyler misin? nedir bu
çektiğim acıların manası? bu ayrılığın esrarengizliği yüreğime saldığın
alevlerin lavlaşması içinse yeterince erimedim mi ateş toplarında?öyle
yandım ki;sen yandıkça,ben yanayım!sen dondukça,ben de donayım!yine
kehkeşanlara kaçarak mı özleteceksin kendini.özlemlerim, boşluğa atılan
kuru karanfiller gibi sere serpe dağılıyor karayellerin,acının
koynunda.içime güneş doğmaz oldu artık sen gittin gideli.göklere seninle
burç edecektim halbuki.saçlarıma aklar düşmeye başlamış,sırf bu aşkın
ceremesinden.serencame gökkubbeye niyaz edecek ve merhamet isteyecek
kapılar dahi yüzüme kapanıyor? sendedir bu boz bulanık sellere kapılan
ömrümün mihrap ve minberi.salalar benim için okunuyor artık.gözyaşım
seccademde boğuluyor her seher vakti,ama ne sesin geliyor artık
uzaklardan,ne de nefesin.ezanlar okunur günbegün ve içli içli.ama
alnımı, alnına değdirmedikçe huzura ermeyecek bir çağıldama örseliyor
şakaklarımı.alnımda sanki Dağıstanlı atlılar.ve ellerim titriyor zaman
zaman.bu divaneliğin ağır tütsüsünü ...ve omuzlarım çökeliyor seni
düşündükçe..unutma,şah eserin olan ben,gün geçtikçe artık viraneye
dönüyorum.ama sen hala bana dönmüyorsun!muradım;Rabbü'l Alemin; bu
sevdanın kadrini ve kıymetini kimseye muhtaç etmesin.Düşüncelerim,ipliği
kopan tesbih taneleri gibi dağılıveriyor sensiz...Şimdi gözyaşlarımdan
inci yapmak isterdim sana.keşke yanımda olsaydın...kelimelerim
şelaleleşiyor ne zaman sana dair birşeyler yazmaya kalksam.yanan
alnım,müşfik avuçlarına ne kadar da muhtaç bilemezsin.beni ne kadar
ateşe versen de, hiçbir hatıramız küllenemez,bunu billesin.zümrüd-ü anka
gibi kendi külümden doğar ve katar katar turnalar gibi yine kanat
vurarak yine revan olurum yollarına...Gözlerimde bir mahmurluk,sensiz
uykularımdan arda kalan... sinemde yumru yumru yutkunamadığım bir
sıkıntı.nefeslerim yetmez oluyor artık şu garip canıma.ve ben gözlerimi
tavana mıhlamış,bir tek seni düşünüyorum.alnımda boncuk boncuk soğuk
terler.kulağım işitmez oldu artık,sesinden gayri artık sesinden gayri ne
varsa şu alemde.gözkapaklarım tutulmuş,hayalin perdelenmesin
diye.artık;gözyaşlarımda hasretlik tuzu bile kalmadı acılarını ılık ılık
dindirecek.Kanım donuyor...bir de üşümedir işliyor ruhuma
apansız.sıcağın yok ki yanımda. ve ardından sabah oluyor,yine bin bir
eza ve cefa ile kahroluyorum işte!o yarılıktan
kahroluyorum.biliyorsun,hünkarım sensin.sevgilim ve
mabedim...(sensin)muradım;yedi göğün mevlası;bizi,bu kahırdan azat
etsin...
Kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını.şu dar göğsümün kozasından çıkmaya çalışıyorum.sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklı.Bir kelam söyle ne olur!her hecenin tınısında duymak istiyorum.Rüzgarlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün,taşların hepsi göğsüme düşsün.senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım.çöller savrulsun, dağlar aradan çekilsin,yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüdüğün yollara toz olayım.Çöldeyim,susuzum.Kuyularda Yusuf’um.Sözlerin bana Züleyha. Ateşlerde İbrahim’im.Gözlerin bana derya.sancılar içinde Meryem’im. Bakışın bana İsa.yaralar içinde Eyyub’um. Hasretin bana şifa.ölüler içinde bir ölüyüm.Ellerin bana musalla. Ey kalbimizde olan nur! Gel didinmelerimin ve arzularımın sonu gel. Hayatımız senin elind biliyorsun. Hayatı, kullarını sıkıntılı yapma gel. Ey aşk! Ey maşuk! Engelleri aş ve inadı bırak da gel.Ey Hüdhüd’lerin sahibi olan Süleyman! Lütfedip de bizi aramak üzere gel. Ruhlar seni kaybolmadan ötürü inleyip feryat etmedeler; miadını doldur da gel. Ayıplarını ört iyilikleri saç cömert olanların adeti de böyledir gel. Farsça ‘gel’ nasıl derler? ‘Biya’ mı? Ya gel veya bizim davetimize hak ver de gel. Geleceğin zaman muradımız ne de açılır. Gelmeyeceğin zaman da muradımız ne de kesat olur; gel. Ey Arab’ın Küşadı! Ey İran’ın Kubadı! Kalbimi hatıranla fethedersin gel. İçim sana gel deyicidir. Ey varlığından olacak olan varlık, gel. Gittin ya.Kalsan güzel olurdu gitmişsin neye yarar? Sen gittin ama bak senle ilgili olan bir şey bende.sensizlik bende.gittin. heyhat! Pervane’ye döndü narin yüreğim sensizliğinde.Her yalnız aşk değildir ama her yanmış aşkın kuyusunda yalnızdır. Ateşinden değil ateşsizliğinden yanmışım diyorum. Ey aşkın sesi, nefesi gel bir an evvel.Dinsin artık kıyametin gürültüsü.
Kelebekler senin yüzünün değdiği bahçelere yayıyor kanatlarını.şu dar göğsümün kozasından çıkmaya çalışıyorum.sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklı.Bir kelam söyle ne olur!her hecenin tınısında duymak istiyorum.Rüzgarlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün,taşların hepsi göğsüme düşsün.senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım.çöller savrulsun, dağlar aradan çekilsin,yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüdüğün yollara toz olayım.Çöldeyim,susuzum.Kuyularda Yusuf’um.Sözlerin bana Züleyha. Ateşlerde İbrahim’im.Gözlerin bana derya.sancılar içinde Meryem’im. Bakışın bana İsa.yaralar içinde Eyyub’um. Hasretin bana şifa.ölüler içinde bir ölüyüm.Ellerin bana musalla. Ey kalbimizde olan nur! Gel didinmelerimin ve arzularımın sonu gel. Hayatımız senin elind biliyorsun. Hayatı, kullarını sıkıntılı yapma gel. Ey aşk! Ey maşuk! Engelleri aş ve inadı bırak da gel.Ey Hüdhüd’lerin sahibi olan Süleyman! Lütfedip de bizi aramak üzere gel. Ruhlar seni kaybolmadan ötürü inleyip feryat etmedeler; miadını doldur da gel. Ayıplarını ört iyilikleri saç cömert olanların adeti de böyledir gel. Farsça ‘gel’ nasıl derler? ‘Biya’ mı? Ya gel veya bizim davetimize hak ver de gel. Geleceğin zaman muradımız ne de açılır. Gelmeyeceğin zaman da muradımız ne de kesat olur; gel. Ey Arab’ın Küşadı! Ey İran’ın Kubadı! Kalbimi hatıranla fethedersin gel. İçim sana gel deyicidir. Ey varlığından olacak olan varlık, gel. Gittin ya.Kalsan güzel olurdu gitmişsin neye yarar? Sen gittin ama bak senle ilgili olan bir şey bende.sensizlik bende.gittin. heyhat! Pervane’ye döndü narin yüreğim sensizliğinde.Her yalnız aşk değildir ama her yanmış aşkın kuyusunda yalnızdır. Ateşinden değil ateşsizliğinden yanmışım diyorum. Ey aşkın sesi, nefesi gel bir an evvel.Dinsin artık kıyametin gürültüsü.
13 Mart 2016 Pazar
Hürrem Sultan’ın Kanuni Sultan Süleyman’a
Hürrem Sultan’ın Kanuni Sultan Süleyman’a
Hazret-i Sultanım, yüzümü yere koyup kutsal ayağınızın bastığı toprağı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve sermayesi sultanım, eğer bu ayrılığın ateşine yanmış ciğeri kebap, göğsü harap, gözü yaş dolu, gecesi gündüzünden ayırt edemeyen, özlem denizine düşmüş çaresiz, aşkınız ile divane, Ferhat ile Mecnun’dan beter tutkun kölenizi sorarsanız ne ki sultanımdan ayrıyım. Bülbül gibi ah ve feryadım dinmeyip ayrılığından bir halim var ki! Hak kâfir olan kullarına dahi vermesin. Benim devletim, benim sultanım, ayrıca bir buçuk ay oldu ki sultanım tarafından bir haber belirmedi. Hak en çok bilenlerin bilenidir ki, bu gidişle rahat yüzü görmeyip gece sabaha dek, sabahtan geceye dek ağlayıp kendi hayatımdan el yumup, dünya gözüme dar olup, bilmem ne edip neyleyeceğim. Zar eyleyip ağlayıp inleyerek gözüm kapıları gözlerken o eşi ve benzeri olmayan âlemlerin Rabbi, âleme acıyan Allah, bütün âleme yardım edip, fetih haberini yetişti ve işitince Hak biliyor ki benim padişahım, benim sultanım, ölmüş idim taze can bağışladı. Yüce Allah ’a bin şükürler, o yüce kapısına varılıp şenlikler mutluluklar oldu. Bütün âlem karanlıklar içinden çıkıp Hakkın esirgeyiciliğine daldılar Allah’a şükürler olsun, minnet o Huda’ya. Daima benim sultanım, benim padişahım, dünya ve ahiret sultanı dayanağım, dünyaya baktığım iki gözümün ışığı, şahım sultanım, gazalar edip düşmanları toprak olup memleketler alıp yedi iklim zapt edesin. İnsan ve cin emrinize boyun eğip her bela ve kazadan Hak saklayıp kutsal kalbinden geçen her muradını kolay ede. Yardımcın olan Hızır İlyas arkanda olsun. Bütün emriler, peygamberler üzerinizde hazır ve nazır ola. Bütün dünya, mutlu gölgenizde hoşça yaşayıp mutlu ve gülen olalar.
Stendhal’den Mathilde’ye
Stendhal’den Mathilde’ye
Çok mutsuzum, galiba gün geçtikçe sizi daha çok seviyorum, sizse artık bana eskiden gösterdiğiniz en basit dostluğu bile göstermiyorsunuz. Aşkımın son derece çarpıcı bir kanıtı var, bu da sizinle birlikteyken içine düştüğüm, kendi kendime kızmama neden olan ama bir türlü üstesinden gelemediğim sakarlık. Salonunuza gelene kadar cesaretim yerinde, ama sizi görür görmez titremeye başlıyorum. Sizi temin ederim ki, başka hiçbir kadın uzun süredir bu duyguyu uyandırmadı bende. Bu duygu öylesine mutsuz ediyor ki beni, neredeyse artık sizi görmemek zorunda kalmayı ister oldum ve aldığım kararlara karşın, her gün sizin evde bulunmamak için ihtiyatlı olmayı düşünmeye ihtiyacım var. Yarın gidiyorum, sizi unutmaya çalışacağım, eğer elimden gelirse, ama pek başaramıyorum. Çünkü yine bu akşam da sizi görme isteğine karşı koyamadım. Bugün, bütün gün en büyük işim ihtiyatı elden bırakmadan sizi görebilme yollarını aramak oldu. Sizi yanınızdayken değil de, sizden uzaktayken daha çok seviyorum. Sizden uzaktayken bana karşı hoşgörülü ve iyi olduğunuzu düşünüyorum, oysa yanınızdayken varlığınız bu tatlı hayalleri yok ediyor.
Victor Hugo’dan Juliette Durouet’ye
Victor Hugo’dan Juliette Durouet’ye
Bütün bu karanlık ve şiddet dolu günler boyunca harikuladeydiniz, Juliette.
Sevgi istedim getirdiniz, sağ olun! Gizlendiğim yerlerde, sürekli tehlikede beklemekle geçen gecelerin sonunda, kapımda parmaklarınızda titreyen anahtarın sesini duyduğumda, kötülükler ve karanlıklar yok oluyordu; içeriye ışık giriyordu! Çatışmalara ara verildiğinde yanı başımda olduğunuz o korkunç, ama müthiş tatlı saatleri asla unutmamalıyız. O küçük karanlık odayı, tavandan, duvarlardan sarkan o eski eşyayı, yan yana duran iki koltuğu, masanın bir köşesinde yediğimiz yemeği, getirmiş olduğunuz soğuk tavuğu yaşamımız boyunca unutmayalım; tatlı konuşmalarımızı, kaygılarınızı, adanmışlığınızı hep anımsayalım. Beni sakin ve dingin gördüğünüze şaşırmıştınız. Bu sakinlik ve dinginlik nereden geliyor, biliyor musunuz? Sizden.
Héloise’den Pierrie Abélard’a
Elin… Elin değmiş bu mektuba.
Teşekkür ederim; bana yazmamışsın ama.
Elbette tanıdım yazını; değişmemiş hiç.
Değişen bir şey olmadı zaten, acı bile aynı acı.
Bana gönderilmemiş ama mektubu ben okudum.
Utanmadım, kimseye de ihanet etmedim.
Suskun geçen bunca yıldan sonra, hesap verecek değildim.
Şimdi de vermeyeceğim.
Elin değmiş bu mektuba!
Âşık olduğum elin. O aşka susamışım.
Hakkım var o elin yazdığı mektubu açmaya.
…
İnkâr etme beni, kendini, ya da bizi…
Yaz bana, gizli düşüncelerini öğreneyim.
Kıskanmaya gücün varsa,
Tek rakibin, öptüğüm mektupları kıskan!
…
Küçücük bir kuş gibiyim
Havam sensin es üstüme
Küçücük bir balık gibiyim
Suyum sensin ak üstüme
Suskunluğun çöl olur bana
Suskunluğunda boğulurum.
…
Tanrım! Nasıl da gıpta ediyorum,
Sevgisi bizim gibi olmayanların mutluluğuna
Nasıl da uğraştım kendimce sana kara çalmaya
Aklımdan tüm kusurlarını tekrarladım durdum
Bu da işe yaramadı.
Hatalarında da sen vardın.
Onları hatırlarken erdemlerin geliyordu aklıma.
Filozof dediğin, lafın tek gerçeğinin yine laf olduğunu iyi bilir
Edebiyatın en iyisi bile küçücük bir yaprak kadar hayat dolu değildir.
Ben böyle seviyorum işte:
Zarafetini, gaddarlığını, inceliğini, kabalığını; olduğun şairi, olmadığın erkeği seviyorum.
Bir zamanlar çocuk olduğun ve bir gün ceset olacağın için seni seviyorum. Hem gövdeni, hem aklını seviyorum. Yalnızca boynunun düzgün çizgilerini değil, koltuk altının terini de seviyorum. Kanımı uyuşturan gücünü de, çocuk gibi elinden tutma hissi uyandıran güçsüzlüğünü de seviyorum…
Tanrı böyle sevemiyorsa ben de sevgimi tanrı yaparım!
Cemil Meriç’ten Lamia’ya mektuplar
Cemil Meriç’ten Lamia’ya mektuplar
Ben ezeli bir mağlubum
Mektuplarını üzülerek okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun. Acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm. Istıraplarım çok mu çirkin, çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim? Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim. Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum.
Acılarımın kaynağı sensin, evet ama hayatımın kaynağı da sensin. Senin için ve seninle yaşıyorum. Sen uçuruma yuvarlanırken tutunulan dal, sen vaha, sen bütün hayal kırıklıklarımın dudaklarında ümidleştiği kadın. İki yıl önce bu akşam bir rüyaydınız, bilinmeyendiniz. Sen bütün kitaplardan daha derinsin. Sana yazdığım mektuplardan utanıyorum, kendi kendini oku. Muhammed’e nasıl iman ettiklerini anlıyorum. Tek mucize kelam. Kelam, yani sen.
…
Biliyorum ki benimsin
Ve gece bir denizkızı gibiydi. Şarkılarla başladı yıldız yıldız; köpük köpük. Kâh bir çöl rüzgârı gibi yakıcı kâh bir çöl gecesi kadar serin. Hangi beste sözün musikisiyle, sözün füsunuyla boy ölçüşebilir. Kelime kanattır, kelime buse. Ve gece bir denizkızı gibi başladı. Harikulade gözleri vardı gecenin. Ve saçları bir kucak alevdiler ve dudaklarında bütün yaraları kapayan, bütün zilletlerin hatırasını silen bir iksir. Salzburg tuzlalarına atılan kuru dallar, bir zaman sonra bir kristal hevengi olarak çıkartılırmış; artık dal kaybolurmuş, gözleri kamaşırmış insanın. Kâinatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar. Aa deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası. kristalizasyon yüzünden günün birinde kendi yarattığımız bir hayale âşık olduğumuzu, hayretler içinde görürüz. Tecrübe güvensizlik yaratır. Gittikçe kristalizasyon kabiliyetimiz azalır. İkinci aşk, yozlaşmış bir aşktır. Aşkın hazları, ilham ettiği korkular ölçüsünde büyüktür. Yalnız seninim. Ve yalnız beni düşündüğün müddetçe aşkımızın ömrü ebedidir. Büyüyü ancak ihanetin bozar. Manevi ihanetin. Bir an için gözbebeklerinde Raks edecek herhangi bir yabancı hayal, o zaman bu rüya bir kâbusa döner ve bir uçurumun kıyısında uyanırsın.
…
Mektupların büyülü bir ayna
Kendimi bir mektupta seyrettim. Büyülü bir ayna idi bu. Bu aynada bütün paslarından arınmış ve tanrılaşmış bir cemil Meriç vardı. Senin Cemil’in. Bu aynada ikimiz vardık. Eriyen, dağılan, kaynaşan ikimiz. Abélard ile Héloise’yi hatırladım. Geçen devirlerde yaşamak, yani derinleşmek ve ömrü alabildiğine uzatmak. Başka ülkelerde yaşamak, başka insanlarla acı çekmek, başka insanlarla gülmek. Damlayken denizleşmek Ve an’a ebediyeti sığdırmak. Kalbini bütün heyecanlara açmak. Yani sınır taşlarını devirmek, çağların ve politikaların sınır taşlarını. Bütün insanlığı aynı büyük aşk içinde birleştirmek. Sanat, en yüce sanat, bir “communion” değil midir? Sanatçının tek vazifesi vardır bence: insanları birbirine sevdirmek. İki insanı veya iki milyar insanı. Sanat bir heyecan seyyalesiyle kilometrelerin ve asırların ayırdığı kalpleri birleştiren büyüdür. Karanlıklardayım. Ve cinnetin sesi yüzümü kamçılıyor; bir baykuş kahkahası, bir kobra ıslığı… Karanlıklardayım. Zindanımı aydınlatan tek ışık cıvıltılarınızdı. Yıldızım benim. Ve uzaklardasınız. Çöldeki kumlar gibi susuzum, canım benim, çatlayan topraklar gibi susuzum. Ve mektupların nisan yağmuru. Hint’in turnaları gök kubbeden dökülen damlaları toprağa düşmeden içerlermiş. Kelimeler alnımı, ruhumu serinleten birer buse. Onları senin ellerin yazmış, güzel ellerin. Bir afyonkeş gibi akşamı bekliyorum. Postacı geç uğruyor. Bu acılar saadetin gölgesi, bu acılar vuslatın dikenli yolu. Bu acılar Araf. Sen yıldızlarla dostsun, kumsalda böceklerin vardı. İnsanlar yabancıydı senin için, benim için düşman. İkimiz de gurbetteydik. Karşılaşsak tanıyamazdık birbirimizi, bana gülümsemezdin, ben çekinirdim yanına yaklaşmağa, hisarım, gururdu.
…
Sizde ideali bulamadığım zaman
Bir uçurum gibi büyüyen sükût, hayattan, ışıktan, ümitten kopuş. Nihayet gönlüme baharı getiren sesiniz. Kırık bir tekne, karanlık bir deniz. Ufukta siz olmasanız hayat denen bu yolculuk, bu rezil, bu pespaye, bu komik sürükleniş dayanılmaz bir çile olurdu. Yeniden kendimi buldum mektubunuzda, ömrümün en kederli anları sizi kaybettiğimi sandığım anlardı: Şubat’ın ilk günleri, Ankara. Gök kubbenin bütün yıldızları başımda parçalandı ve güneş kahkahalar atarak uzaklaştı ufkumdan ve gece, ıslak, yağlı, isli bir gece bütün benliğimi bir ahtapot gibi kucakladı. Kimsiniz? Otuz yıldır gördüğüm rüya. Arzın bütün mevsimleri vardı mektuplarında, göğün bütün ışıkları vardı. Şimdi yıldız yıldızdı kelimeler, simdi şimşek şimşek. Arada gök kararıyordu. Sonra vuslat gibi güzel bir fecir. Mektupların fırtınayla doluydu, meltemle doluydu, lema ile doluydu, yani Lamia’mla doluydu. Kuşlar tarlada mı şakıyorlardı, içimde mi?
Cemil Meriç
Ingeborg Bachmann’dan Paul Celan’a
Canım;
Hiç aklıma getirmediğim için, bugün öğleden önce –geçen yıl da aynı böyle olmuştu- kartpostalın tam anlamıyla uçup geldi, kalbimin içine kondu, evet öyle, seni seviyorum, eskiden hiç söylememiştim bunu. Gelinciği yine hissettim, derinde, çok derinde; harikalar yarattın, asla unutamam bunu.
Bazen buradan ayrılmaktan ve Paris’e gitmekten, ellerimi tuttuğunu, bana çiçeklerle dokunduğunu hissetmekten başka bir şey arzulamıyorum, sonra nereden geldiğini, nereye gittiğini de bilmek istemiyorum.
Benim için sen Hindistanlısın ya da daha da uzak, karanlık, kahverengi bir ülkeden; benim için çölsün sen, denizsin, sır olan her şeysin. Hâlâ hiçbir şey bilmiyorum senin hakkında ve bu yüzden senin için korkuyorum, bizlerin burada yaptığı herhangi bir şeyi senin yaptığını hayal edemiyorum, ikimiz için bir saray kurmalı ve o sarayın içinde benim sihirli efendim olabilmen için seni yanıma almalıydım, orada halılarımız ve müziğimiz olacak, orada aşkı bulacağız.
Ağustos ortasında Paris’te olacağım, birkaç günlüğüne. Neden, niye sorma bana, ama benim için orada ol, bir akşamlığına ya da iki, üç. Beni Seiné Nehri’ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sularına.
(24 Haziran 1949, Viyana)
Aşk MektuplarıI – Johann Wolfgang Von Goethe’den Frau Von Steın’a
Neden sana acı çektiriyorum sevgilim?Neden hep, ya sana acı çektirmek, yada kendi kendimi aldatmakla geçiyor günler. Biz birbirimizin hiçbirşeyi olmayacaktık; ama herşey olduk. Seninle böyle düpedüz konuşuyorum, çünkü sen her bakımdan anlarsın. Şu var ki ben, herşeyi olduğu gibi görüyor ve bunun için de çIğrımdan çıkıyorum. İyi uyu meleğim ve uyan! Seni artık görmeyeceğim yalnız biliyorsun ya ben kalbimi ah , hepsi saçma, ne soylesem hepsi boş. Yıldızları nasıl seyrediyorsam bundan böyle sana da öyle bakacağım demek! Hele, bir düşün bunu…
Napoleon Bonaparte’tan Josephin’e Paris (28 Ekim 1795)
Napoleon Bonaparte’tan Josephin’e Paris (28 Ekim 1795)
Bir tek günüm bile geçmedi yüreğimde senin sevgin olmadan, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla sarıp sarmalamadığım, beni yaşamımın ruhundan uzaklaştıran zafer ve tutkuya lanet etmeksizin bir tek fincan çay bile yudumladım. İş güçle meşgulken, orduları komuta ederken, savaş meydanlarını aşarken, benim tapılası Josephinem, hep kalbimin tahtında oturuyor, zihnimi meşgul ediyor, düşüncelerimi alıp uzaklara götürüyorsun. Senden, Rhöne’un suları kadar hızlı ayrılmamın nedeni seni en kısa zamanda yeniden görmek isteyişimdir. Eğer gece yarıları çalışmak için kalkıyorsam bunu benim tatlı sevgilim belki birkaç gün önce gelir diye yapıyorum, ama sen 23-26 Ventöse tarihli mektubunda bana “siz” diye hitap ediyorsun.Sensin “siz”! Ah, kötü kız! Nasıl yazabildin böyle bir mektubu? Ne kadar da soğuktu! Siz! Siz! Ah! Bu onbeş gün nelere gebe?... Ruhum üzgün, yüreğim köle, hayalgücüm beni korkutmakta. Beni fazla sevmiyorsun.. Ve belki de bir gün gelecek beni hiç sevmeyeceksin, bunu şöyle bana, hiç değilse acıları hak etmiş olurum. Sevdiğim, çekindiğim, içimde beni doğa’ya çağıran tatlı duygular, yıldırım gibi beni ateşleyen hayatımın kadını, acısı, tatlısı, umudu ve ruhu, hoşça kal! Senden ne bitimsiz bir aşk istiyorum, ne bağlılık, yalnızca gerçeği, uçsuz bir açıkyüreklilik istiyorum senden. “Seni eskisi gibi sevmiyorum” diyeceğin gün akşamın ya da yaşamımın son günü olacak. Hoşça kal!
11 Mart 2016 Cuma
Kafka ‘dan Milena'ya Mektup
Kafka ‘dan Milena'ya Mektup
"Benim için dünya binlerce “belki” ile dolu... Dürüst bir insanım Milena. Esaretin izin verdiği kadar dürüst. Bir şeklimle herkese benzemeyen farklı bir yön var bende. Huzur içinde bir dakika bile çok görülmüştür bana. Her şeyi savaşarak kazanmak mecburiyetindeyim. Sadece geleceğimi değil geçmişimi de kendim yaratmak zorundayım. Dünya sağa dönüyorsa bu ritme uymak için benim sola dönmem gerekiyor. Palto giymeye üşenirken bu koca dünyayı sırtımda nasıl taşırım ben?. "
"içinde bulunduğum durumu kimseye anlatamam.. sen de anlamazsın.. ben bile anlayamıyorum ki, başkalarına nasıl anlatırım! "
Arthur Rimbaud-Paul Verlaine Mektup
Arthur Rimbaud-Paul Verlaine
Londra, Cuma öğleden sonra
4 Temmuz 1873
Dön, dön artık, biricik dost, dön. Artık iyi ve kibar olacağıma söz veriyorum. Sana karşı soğuk davranmam inatla sürdürdüğüm bir şakaydı; bin pişmanım şimdi buna. Geri dönersen unutulup gider. Bu şakaya inanmış olman ne acı! İki gündür durmadan ağlıyorum. Geri dön. Biraz yüreklilik göster, sevgili dostum. Henüz hiçbir şey yitirilmiş değil; yapacağın şey yalnızca bir dönüş yolculuğu. Burada yine yüreklilikle, sabırla yaşarız. Yalvarıyorum sana. Hem daha çok senin iyiliğine olacak bu. Geri dön, bütün eşyanı yerli yerinde bulacaksın. Umarım ki tartışmamızda ciddi bir neden olmadığını sen de anlamışsındır şimdi artık. Ne korkunç andı o! Peki ama, gemiyi terk etmeni işaret ettiğimde sen niye gelmedin? Bu noktaya varmak için mi iki yıl birlikte yaşadık? Ne yapacaksın şimdi? Buraya gelmek istemiyorsan, senin bulunduğun yere geleyim mi?
Evet, haksız olan benim.
Beni unutmayacaksın, değil mi?
Hayır, unutamazsın sen beni.
Ben seni hep yüreğimde taşıyorum.
Dostunu yanıtsız bırakma: birlikte yaşayamayacak mıyız artık?
Biraz yürekli ol. Hemen yaz bana.
Daha uzun süre kalamayacağım burada.
Yüreğinin sesinden başka şey dinleme.
Yanına geleyim mi? Hemen bildir bana.
Tüm yaşam boyu sana bağlı kalacağım.
Hemen yanıtla beni. Burada en çok pazartesi akşamına dek kalacağım. Üzerimde henüz bir peni bile yok; elimdeki tüm parayı postaya veremem. Kitaplarını ve müsveddelerini Vermersch'e bıraktım.
Seni bir daha göremezsem, ya denizci olacağım ya asker.
Arthur Rimbaud